Dolaşım Sistemi 11. Sınıf Biyoloji Ders Konu Anlatımı


Word dosyası olarak indirmek için aşağıdaki butona tıklayınız...


İNSANDA DOLAŞIM SİSTEMİ
İnsan kapalı kan dolaşım sistemi ve lenf dolaşım sistemine sahiptir.
İNSANDA KAN DOLAŞIM SİSTEMİ
Kalp, atardamar, toplardamar, kılcal damar ve kandan oluşur.
A. KALP
Kalp göğüs boşluğunda, diyaframın üstünde ve iki akciğer arasında hafif sola eğik olarak yerleşmiş koni şeklinde bir organdır.
KALBİN YAPISI
Dıştan içe; perikard, miyokard ve endokard olmak üzere üç kısımdır.
1-Perikard ( Kalp dış zarı): Kalbin üzerini örten bağ dokudan oluşmuş çift katlı zardır. İki zarın arasında perikart sıvısı bulunur. Bu sayede kalbin kasılıp gevşemesi sırasında sürtünme en düşük düzeyde tutulur. Perikartın iç kısmındaki zar epikart adını alır.
2-Miyokart (Kalp kası): Kalbin çalışmasını sağlayan özelleşmiş kas dokudur.
• Bantlı yapısı çizgili kaslara, istemsiz çalışmasıyla düz kaslara benzer.
• Miyokart karıncıklarda kulakçıklardakinden daha kalındır.
• Sol karıncık duvarı, sağ karıncık duvarına göre daha da kalındır. Böylece güçlü bir kasılma ile kanın tüm vücuda pompalanması sağlanır.
•Kalp kendi içindeki kanı kullanmaz. Aorttan çıkan atardamarlar miyo kart tabakasında kılcallara ayrılarak kalbi besleyen koroner damarlara dönüşür. Kalp dokusu hücreleri gerekli besin ve O2‘i bu damarlardan alır.
  
• Koroner damarlardaki kirli kan kalbin sağ kulakçığına boşalır.
• Koroner damarlar birbirleriyle bağlantı yapmaz. Bu nedenle, koroner damarlardan birinin tıkanması durumunda kalbin o kısmı oksijen ve besin alamaz. Bu durum kalp krizi (enfarktüs)ne neden olur.
• Hızlı hareketlerde koroner damarlarda kan akışı da hızlanır. Spor yapan insanlarda yardımcı damarlar oluşarak oksijen sağlanması artar. Orta yaştaki insanların spor yapması, yardımcı damarların oluşumuna sebep olacağından, ileride kalp bozukluklarının oluşumunu önler.
 3-Endokart (Kalp iç zarı ): Kalbin iç yüzeyini örter ve bir sıralı epitel dokusundan oluşur. Bu tabaka kayganlığı ile kanın kolayca akmasını sağlar. Bu tabakada kan damarı bulunmaz.

•İnsan kalbi dört odacıklıdır. Üstte iki kulakçık altta ise iki karıncık bulunur.
• Sağ ve sol olmak üzere iki bölüme ayrılmıştır.
Sağ bölümde, sağ kulakçık ve sağ karıncık yer alır, kirli kan bulundurur.
Sağ kulakçığa oksijence fakir kanı taşıyan üst ana toplardamar ve alt ana toplardamar bağlanır. Sağ karıncığa ise oksijence fakir kanı akciğerlere taşıyan akciğer atardamarı bağlanır.
Sol bölümde, sol kulakçık ve sol karıncık yer alır,temiz kan bulundurur.
Sol kulakçığa oksijence zengin kanı taşıyan dört akciğer toplardamarı, sol karıncığa oksijence zengin kanı vücuda taşıyan aort atardamarı bağlanır.
• Kulakçıklarla karıncıklar arasında kanın tek yönde ilerlemesini sağlayan kapakçıklar bulunur. Bu kapakçıklar
ü  sağ kulakçıkla sağ karıncık arasında üçlü (triküspit),
ü  sol kulakçıkla sol karıncık arasında ise ikili (biküspit = mitral) dir.
Kapakçıklar yürek ipleri ile karıncıkların duvarına bağlanır. Bu ipler karıncıkların kasılması esnasında, kapakçıkların kulakçığa doğru açılmasını engeller. Kapakçıklar kanın kulakçıklardan karıncıklara geçmesine izin verir fakat karıncıklardaki kanın kulakçıklara geçmesine engel olur.
• Karıncıklardan çıkan atardamarların başlangıç bölgelerinde kanın kalbe geri akmasını önleyen yarım ay kapakçıkları yer alır. Karıncıkların kasılması ile kanın atar damarlara girmesine izin verirler fakat karıncıkların gevşemesi ile atar damarlardaki kanın geri hareketine engel olurlar.
Kalp Atışı
• Sağlıklı ergin bir insanın kalbi dakikada 70-80 kez atar.
• Her kalp atışı yaklaşık 0,85 saniye sürer.
• Kulakçıkların kasılması 0,15 saniye,
• Karıncıkların kasılması 0,30 saniye
• Kalbin dinlenmesi 0,40 saniyede sürer.
• Her kalp atışı ile 70 ml kan kalpten pompalanır.
• Kalbin çalışması kulakçık ve karıncıklardaki kalp kaslarının kasılıp gevşemesi ile gerçekleşir. Kulakçıklar kasılırken karıncıklar gevşer.
• Kalp kaslarının kasılmasına sistol, gevşemesine ise diastol denir. Kalbin bölmeleri kasıldığında kanı pompalar, gevşediğinde kanla dolar.

Kalp atışında gerçekleşen olaylar özetle şöyledir:
1. Kulakçıkların diastolü (gevşemesi) sırasında, toplardamarlara gelen kan her iki kulakçığa dolar. Kanın yaptığı basınç ile mitral ile triküspit kapakçıklar açılır. Kan pasif olarak karıncıklara akmaya başlar.
2. Kulakçıkların sistolü (kasılması) başlar. Kulakçıkların içindeki kan tamamen karıncıklara boşaltılır. Bu sırada karıncıklar diastol halindedir.
3. Karıncıkların sistolü başlar. Mitral ve triküspit kapakçıklar kapanır. Yarım ay şeklindeki kapakçıklar açılır ve sol karıncıktaki kan aorta, sağ karıncıktaki kan ise akciğer atardamarına geçer. Karıncık sistolü sona erer.
4. Karıncıkların diastolü başlar. Yarım ay şeklindeki kapakçıklar kapanır. Kan atardamarlara pompalanır.
Tansiyon: Kanın atardamar duvarına yaptığı basınca tansiyon denir. Karıncıkların kasılması sırasında kanın atardamar duvarına yaptığı basınca büyük tansiyon, karıncıkların gevşemesi sırasında kanın atardamar duvarına yaptığı basınca ise küçük tansiyon denir. Sağlıklı insanda dinlenme hâlinde büyük tansiyon 120 mm Hg, küçük tansiyon ise 80 mm Hg basıncındadır.
Nabız: Kalpten pompalanan kan, atardamara geçince damarı genişletir. Bu genişleme bir vurma şeklinde hissedilebilir. Buna nabız denir. Nabız sayısı, kalp atım sayısı kadardır.
Bir stetoskop aracılığı ile duyulan kalp sesleri kapakçıkların kapanma sesleridir. Duyulan kalp sesinden birincisi, AV kapakçıklarının kapanması ile ikincisi ise yarımay kapakçıklarının kapanması ile ortaya çıkar (ikinci ses daha yüksek frekanslıdır).
Kalp Atışının Düzenlenmesi
Kalp atışı kalbin çeşitli bölgelerinde bulunan özelleşmiş dokular tarafından düzenlendiği için sinir sisteminden uyartı gelmesine gerek yoktur. Bu dokular kendi kendine uyartı oluşturarak kalbin çalışmasını sağlar.
Sinoatrial  (SA) düğüm
ü  Kendiliğinden uyarı yaratır ve bu uyarı kulakçık kaslarına yayarak kulakçıkların aynı anda kasılmalarını sağlar.
ü  Kalbin arka duvarında iki kulakçık arasında yer alır.
ü  Tüm kalp kası hücrelerinin kasılma hızı ve zamanını belirlemektedir.
ü  Bu uyartılar ayrıca atriyoventrikuler (AV) düğüme yayılır.
Atriyoventrikuler (AV) düğüm
Sağ kulakçıkla sağ karıncık arasındaki duvarda yer alır.
Uyarıları sinoatrial  (SA) düğümden alarak aktarma görevi yapar.
AV düğümün ikiye ayrılarak kas telcikleri olan His demetlerini oluşturur.
His demetleri karıncıkların duvarında dallanır Purkinje liflerini oluşturur.

Kalbin çalışması sırasında;
ü  Otonom sinirler sağ kulakçıkta yer alan sinoatrial düğümü uyarır.
ü  Uyarılar sağ ve sol kulakçıklara yayılır ve her iki kulakçık aynı anda kasılır.
ü  Sinoatrial düğüm sağ kulakçık ve sağ karıncık arasında yer alan atrioven trikuler düğümü uyarır ve 0,1 sn. kadar bekletilir. Böylece kanın karıncıklara boşalması sağlanır.
ü  A.V. düğüm karıncıklara yayılmış olan his demetlerini uyarır.
ü  His demetinin sağ ve sol kolları aracılığı ile uyarı purkinje liflerine ulaşır.
ü  Karıncıklar kasılır. Kan aort ve akciğer atardamarına geçer.
Kalp kendi kendine kasılıp gevşemekle birlikte kalp atış hızı, kalp kasının kasılma kuvveti ve pompaladığı kan miktarı merkezi omurilik soğanında bulunan otonom sinir sistemi ve hormonlar tarafından kontrol edilir.
Böylece kalbin faaliyetleri vücut ihtiyacına göre düzenlenir.
Kalbin atış hızını etkileyen etmenler:
1-Sinirler: Otonom sinir sistemine ait parasempatik ve sempatik sistem kalp üzerinde birbirinin tersi olan etkilere sahiptir.
ü  Parasempatik sisteme ait vagus sinirleri, asetilkolin salgılayarak kalp atış hızını ve kasılma kuvvetini azaltır.
ü  Sempatik sisteme ait sinirler adrenalin salgılayarak kalp atış hızını ve kasılma kuvvetini artırır.
2-Hormonlar: Korku ve heyecan halinde salgılanan epinefrin (adrenalin) hormonu tiroit bezinden salgılanan tiroksin hormonu da kalp atışını hızlandırır. Asetilkolin hormonu ise yavaşlatır.
3- Sıcaklık: Vücut sıcaklığındaki artış, SA düğümünü uyarır ve kalp atışı hızlanır. Ateşli hastalıklarda kalp atışının hızlanması bu nedenledir.
4- Karbondioksit: Kandaki C02 artarsa kanın pH'ı düşer ve asitlik artar. Bu durumda kalp atışı hızlanır.
5-Uyarıcı maddeler:Nikotin, kafein gibi uyarıcılar kalbi hızlandırır.
6- Yaş ,boy , sağlık durumları, fiziksel hareketler kalp atış hızını etkiler.
Kalp atışları, insanda embriyo gelişiminin 4. haftasında başlar ve yaşam boyu devam eder.
B-KAN DAMARLARI
İnsanda kan dolaşımı atardamarlar, kılcal damarlar ve toplardamarlar olmak üzere üç tip damarda gerçekleşir.
1-ATARDAMARLAR:
• Kanı kalpten diğer organlara taşıyan damarlardır.
• Akciğer atardamarları hariç diğer atardamarlar temiz kan taşır.
• Kanın akış yönü kalpten vücut çeperine doğrudur.
• Kapakçıklar damarların dip kısmında bulunur.
• Çaplarına göre en büyük atardamar aorttur.
• Kan basıncı fazla ve kanın akışı hızlıdır.
• Atardamar ve dokular arasında madde alışverişi olmaz.
• Atardamarlar üç tabakadan meydana gelmiştir:
Lifli bağ doku: En dışta yer alır. Bu tabakadaki elastik lifler atardamarlardaki yüksek kan basıncına karşı damarın dayanıklılığını arttırır. Damarın genişlemesini ve daralmasını sağlayarak kanın damar içindeki hareketine yardımcı olur.
Kas Doku: Elastik lifler içeren düz kas tabakası damarı genişletip daraltarak hem kanın damar içinde hareketini hem de organlara giden kan miktarının ayarlanmasını sağlar.
Endotel (Örtü Epiteli ): İç yüzeyde bulunur. Tek sıralı yassı örtü epitelinden oluşmuştur. Pürüzsüz yüzeyi sayesinde kanın kayarak kolayca akmasını sağlar.

Atardamarlarda kanın hareketi,
     ®          karıncıkların kasılması sonucu ortaya çıkan basınçla,
     ®          atardamardaki kasların kasılması,
     ®          arkadan gelen kanın öndekini itmesi
     ®          yerçekimi gibi olayların etkisi ile gerçekleşir.
2-TOPLARDAMARLAR
• Vücuttaki kirli kanın kalbe getirilmesini sağlayan damarlardır.
• Akciğer toplardamarı hariç kirli kan taşırlar.
• Kan basıncı kalbe yaklaştıkça azalır.
• Kan akış hızı kalbe yaklaştıkça artar. Bunun nedeni kulakçıkların gevşemesi ile oluşan emme kuvvetidir.
• Toplardamar ve dokular arasında madde alışverişi olmaz.
• Kan vücut çeperinden kalbe doğru akar.
• Çapları atardamardan büyük olduğu için daha çok kan bulundurur. Vücuttaki kanın yaklaşık %60'ı toplardamarlarda bulunur.
• Vücudun alt kısımlarındaki toplardamarlarda üste doğru tek yönde açılan kapakçıklar bulunur.
• Toplardamarların duvarı üç tabakadan oluşur.
ü  Dışta lifli bağ doku (atardamara göre daha az lif bulunur),
ü  ortada düz kas (atardamara göre kas doku daha incedir ve elastik lifler yoktur.),
ü  içte ise tek katlı yassı epitel bulunur.

 Toplardamarlarda Kanın Hareketinde Etkili Olan Faktörler:
1- Kalbin negatif emme kuvveti: Kalbin kulakçıklarının genişlemesi ile kan sağ karıncığa geçer, kulakçık bölgesinde basınç  0mm Hg’nin altına düşer , bu durum emme basıncının doğmasını sağlar. Böylece toplardamarlardaki kan kulakçıklara dolar.
2- Damar çeperinde bulunan düz kasların kasılıp gevşeme hareketleri
3- Kanın tek yönlü hareketini sağlayan kapakçıklar: Vücudun alt kısmındaki toplardamarlarda bulunan, sadece üste doğru tek yönde açılan kapakçıklar kanın yer çekimi etkisiyle geri dönmesini önleyerek kalbe doğru hareketini kolaylaştırır.
4-İskelet kaslarının (çizgili kas) kasılması ile oluşan basınç:  Toplardamarların çevresini saran iskelet kasları kasıldığında damar daralır ve kan ileri itilir. Damarı saran iskelet kasları gevşeyince damarın bu bölgesi genişler ve kılcal damarlardan gelen kan ile dolar. Bu mekanizma Özellikle, bacaklardaki kanın yer çekimine rağmen yukarı doğru hareketini sağlar. İnsan uzun süre ayakta durursa vücudun alt bölgelerinde kan ve doku sıvısı birikerek ödemler oluşur.  
5- Göğüs bölgesinde basıncın değişimi: Soluk alma sırasında göğüs boşluğunun genişlemesi, göğüs boşluğundaki basıncı düşürür. Bu durum kanın göğüs bölgesindeki toplardamarlara doğru hareketini sağlar ve kan gevşeyen kulakçıklara dolar.
6- Yerçekimi kuvvetinin etkisi: Vücudun üst bölgelerindeki toplardamarlarda ise kapakçık bulunmaz; kan, yer çekiminin etkisiyle kalbe doğru hareket eder.
3-KILCAL DAMARLAR
• Atardamarlar ile toplardamarlar arasında yer alır ve  birbirine bağlar.
• Endotel adı verilen tek katlı yassı epitel dokudan meydana gelmiştir.
• Her atardamar, taşıdığı kanı çok sayıda kılcal damara iletir. Dokular arasında geniş bir yüzey oluşturacak şekilde dallanmışlardır.
• Kan ile doku sıvısı arasındaki madde alış verişini kılcal damarlar sağlar.
• Kılcallardaki toplam enine kesit alanı, kendisine kan getiren atar damardan daha büyüktür. Bu nedenle kılcal damarlarda kanın akışı çok yavaşlar. Kılcallardan toplardamarlara geçen kan yeniden hızlanır çünkü toplardamarlardaki enine kesit alanı daha küçüktür.
• Kılcal damarlarda kanın akış hızının düşük olması ve kılcalların çok ince çeperli olması madde alış verişini kolaylaştırır.
• Kılcal damarlarda taşınan kan ile doku sıvısı arasındaki madde alış verişi difüzyon ve süzülme gibi olaylarla olur.
• Metabolik faaliyetlerin hızlı olduğu dokularda çok fazla sayıda, yavaş olduğu dokularda da az sayıda bulunurlar.
Kan Basıncı
•Kanın kalp veya damarların iç çeperlerinde birim alana uyguladığı kuvvete kan basıncı (tansiyon) denir.
• Kan basıncı süreklidir ve iki temel faktöre bağlıdır.
ü  Karıncığın kasılması ile kalpten atılan kanın basıncına
ü  Damarların duvarındaki kaslı yapının basıncına
• Dolaşımı boyunca kan; sırasıyla aort, atardamar, kılcal damar ve toplarda marda ilerlerken basıncını sürekli olarak kaybederek kalbe geri döner.
• Kan basıncının düşme nedeni, kanın damar iç yüzeyine sürtünmesidir.
• Atardamarlarda kan basıncı diğer damarlara göre daha yüksektir.
• Kan basıncı en yüksek olan atardamar aorttur.
• Aortta 120 mm Hg ile başlayan kan basıncı gittikçe düşer ve kulakçığa yakın toplardamarlarda en düşük düzeye geriler (0 mm Hg).
• Kan basıncını artıran faktörler şunlardır:
ü  Kalbin atış kuvvetinin artması
ü  Kan miktarının artması
ü  Kan damarlarının büzülmesi
ü  Kan damarlarında çeper esnekliğinin azalması (damar sertliği)
ü  Kalbin kasılması
• Tersi durumlar kan basıncını düşürür.
• Dolaşım sisteminde kan, kan basıncı yüksek olan bölgeden kan basıncı düşük olan bölgeye doğru hareket eder.
Kan Damarlarının Toplam Enine Kesit Alanı
Kan damarlarında toplam enine kesit alanı;
ü  atardamarın en azdır (425 cm2).
ü  kılcaldamarların en fazladır (4500 cm2).
ü  toplardamarların ki 4058 cm2'dir.
Kanın Akış Hızı
• Kanın damar içinde bir saniyede kat ettiği mesafeye kanın akış hızı denir.
• Kanın damarlardaki akışını sağlayan esas etken, kalbin karıncıklarının kasılmasından doğan kan basıncıdır.
• Ortalama kan akış hızı toplam enine kesit alanı ile ters orantılı olarak değişir. Bir sıvının akış hızı dar damardan geniş damara geçtiğinde azalır, tersi bir durumda ise artar.
• Bu nedenle
ü  atardamarlarda kan akış hızı en yüksek (ortalama 30 cm/sn.),
ü  kılcal damarlarda en düşük (0.026 cm/sn.) ,
ü  toplardamarlarda  (ortalama 6 cm/sn.)  atardamardakinden düşük, kılcal damarlardakinden yüksektir.

Çeper kalınlığı,                     Atardamar     > Toplardamar > Kılcaldamar
Damar çapı,                           Toplardamar > Atardamar     > Kılcaldamar
Toplam damar kesit alanı, Kılcaldamar  > Toplardamar > Atardamar
Kanın akış hızı,                     Atardamar    > Toplardamar > Kılcaldamar
Kan basıncı,                           Atardamar    > Kılcaldamar   > Toplardamar


KILCAL DAMARLARLA DOKU HÜCRELERİ ARASINDA  MADDE ALIŞ VERİŞİ
• Hücrelerin ve kılcal damarların çevresini doku sıvısı doldurur.
• Doku sıvısı, kan plazmasının kılcallardan, doku hücreleri arasındaki boşluklara kontrollü olarak sızmasıyla meydana gelir.
• Doku sıvısı içinde küçük moleküllü proteinler, glikoz, amino asit, vitamin, mineraller, su, atık maddeler ve solunum gazları gibi bileşenler vardır. Ayrıca akyuvarlar ve hücre parçaları bulunur.
• Kan plazmasına oranla daha az kan proteini bulundurur.
• Bu sıvı vücut hücreleri ile kan arasında madde alış-verişinde rol oynar.
• Kılcallarda yapılan madde alışverişinde iki basınç etkilidir. Bunlar,
ü  Kan basıncı
ü  Protein ozmotik basıncıdır.
• Kılcallarda, atar damar ucundan toplar damar ucuna gidildikçe kan basıncı azalır. Kılcalların atardamar ucunda 40 mmHg olan kan basıncı, kılcalların toplardamar ucunda 15 mmHg'dır.
• Albümin, globülin, fibrinojen gibi büyük moleküllü plazma proteinleri kılcal kan damarlarından doku sıvısına geçemediklerinden ozmotik basınç kılcalların her noktasında aynıdır.

• Kan basıncının büyük olduğu yerlerde kılcallardan doku sıvısına, ozmotik basıncın büyük olduğu yerlerde ise doku sıvısından kılcallara madde geçişi olur (Starling hipotezi).
• Kılcalların atardamar ucunda başlayan geçişler, kan basıncı ile ozmotik basıncın eşitlendiği noktaya kadar devam eder. Bundan sonra kan basıncı, kanın ozmotik basıncının altına düşer ve geri emilim başlar.
• Doku sıvısında bulunan çözünmüş maddeler ve su kılcal kan damarlarına geçer. Bu geçişler kılcal damarların toplardamar ucuna kadar devam eder.
• Bu sayede kanın içindeki besin ve oksijen doku hücrelerine, hücrelerden çıkan artıklarda kana geçmiş olur. Bu geçişler difüzyonla olmaktadır.
• Kılcallardaki kan basıncı kan plazmasını doku sıvısına doğru iterken, kan plazmasının ozmotik basıncı da doku sıvısını kılcal damarın içine çeker.
ü  Kan basıncı, ozmotik basınçtan yüksekse kan plazması doku sıvısına süzülür.
ü  Kan basıncı, ozmotik basınçtan düşükse doku sıvısı kılcal damar çeperini geçerek kana karışır.
Kılcal damarların atardamar ucundan toplardamar ucuna doğru kan basın cı sürekli azalması önce süzülmeyi sonra da kısmen geri emilmeyi sağlar.
Eğer kan basıncı sabit kalsaydı sadece süzülme olurdu, doku sıvısı artardı.
ü  Kılcal damarlarda difüzyondan başka çok az miktarda endositoz ve ekzositoz olur. Bazı proteinler endositoz ile alınır, ekzositozla doku sıvısına iletilir.
• Starling hipotezine göre, kılcal damarların toplardamar ucunda, doku sıvısı kana geçmektedir. Fakat bu geçiş yeterli değildir. Geriye kalanlar lenf damarları ile kana döner.
KAN DOLAŞIMI
Küçük ve büyük kan dolaşımı olmak üzere iki sistemden oluşur.
1- Küçük Kan Dolaşımı (Akciğer Dolaşımı):

Oksijence fakir kan kalbin sağ karıncığından akciğer atardamarı ile çıkıp akciğerlerdeki alveol kılcallarında oksijence zenginleştikten sonra akciğer toplardamarıyla sol kulakçığa döner. Buna küçük kan dolaşımı denir.

Amacı, oksijence fakir kanı temizleyerek, büyük dolaşım için gerekli olan oksijence zengin kana dönüştürmektir.
Küçük Dolaşımda Kanın İzlediği Yol:  Sağ karıncık ®Akciğer atardamarı ® Alveol kılcalları  ® Akciğer toplardamarları   ®Sol kulakçık

2- Büyük Kan Dolaşımı (Sistemik Dolaşım, Vücut Dolaşımı):

Oksijence zengin kan kalbin sol karıncığından aortla çıkıp vücuttaki doku kılcallarında oksijence fakirleşerek alt ve üst ana toplardamarlarla sağ kulakçığa döner. Bu olaya da büyük kan dolaşımı denir.
Büyük Dolaşımda Kanın İzlediği Yol:  Sol karıncık ®  Aort  Atardamarlar®   Doku kılcalları ®  Toplardamarlar®   Ana toplardamarlar ® Sol kulakçık 
Büyük Dolaşımın İşlevleri
ü  Dokulara besin ve oksijen taşır.
ü  Metabolizma atıklarını dokulardan uzaklaştırır. Dışarı atılacakları ya da zararsız hâle getirilecekleri organlara taşır.
ü  Hormonları hedef hücrelere taşır.
ü  Doku sıvısını oluşturur.
ü  Vücudun savunmasında görevli hücreleri (akyuvarlar vb.) gerekli yerlere taşır.
ü  Vücuttaki suyu, pH'yi ve sıcaklığı düzenler.
LENF SİSTEMİ
• Balıklar hariç tüm omurgalılarda kan dolaşım sistemi dışında lenfatik sistem (lenf sistemi) adını alan ikinci bir dolaşım sistemi bulunur.
•Kılcal damarlardan doku sıvısına geçen sıvının  % 85'i, toplardamar ucunda geri alınır, arta kalan % 15'i lenf sistemi ile kana geri döndürülür.
• Su, mineraller, vitaminler,  glikoz, amino asit, akyuvarlar, hormonlar, artık lar, küçük proteinler, O2 veya CO2 kan plazmasından doku sıvısına geçer.
• Kana ait bazı proteinler ve alyuvarlar kılcalların dışına çıkamazlar.
• Kan damarı kılcallarından sızan proteinlerin, amino asitlerin ve sıvının fazlası ile akyuvarların tekrar dolaşıma geri dönmesini sağlar.
• Lenf sisteminde; lenf sıvısı, lenf damarları ve lenf düğümleri bulunur.
1.Lenf Sıvısı
• Kısaca alyuvar taşımayan kan sıvısıdır. Alyuvar bulunmadığı için renksizdir. • Lenf sıvısında su, inorganik ve organik besinler, küçük proteinler, artık maddeler (NH3, üre) ve kan hücrelerinden akyuvarlar bulunur.     
2.Lenf Damarları
• Lenf kılcalları ve lenf toplardamarları bulunur. Atardamar bulunmaz.
• Lenf kılcalları
ü  Tek katlı yassı epitelden oluşmuş olup, uç kısımları kapalıdır.
ü  Kan kılcallarına göre daha geçirgendir. Kolaylıkla aldığı doku sıvısının dışarı çıkmasını da engeller.
ü  Lenf kılcalları daha büyük olan lenf toplardamarlarına bağlanırlar ve bu damarlar da kan damarlarına bağlanırlar.
Lenf toplardamarı
ü  Toplardamarların düz kasları ritmik kasılmalarla lenfi, organlardan kalbe doğru hareket ettirir.
ü  Dolaşım tek yönlüdür.
ü  Lenf sıvısının hareketi kana göre daha yavaştır. Çünkü lenfe basınç yapan özel bir kalp ve atardamarlar bulunmaz.
ü  Lenfin geriye akışını engelleyen tek yönlü kapakçıklara sahiptir.
ü  En büyük lenf toplardamarları göğüs kanalı ve boyun bölgesinin sağ tabanı altında bulunan büyük lenf damarıdır.
Lenfin Lenf Damarlarında Hareketini Sağlayan Etkenler
1. Doku sıvısının hidrostatik basıncı hem doku sıvısının lenf kılcallarına geçmesini hem de lenfin hareketini sağlar.
2. İskelet kasları kasıldığında lenf damarı daralır ve içindeki lenf ileri itilir. Gevşediğinde lenf damarının bu bölgesi genişler ve gelen lenf ile dolar.
3. Lenf damarları lenf ile dolduğunda gerilir ve lenf damarlarındaki düz kaslar bu gerilmeye kasılarak cevap verir. Bu da lenfin hareketini sağlar.
4. Arkadan gelen sıvının öndeki sıvıyı itmesi.
5. Lenf damarlarında bulunan tek yönde açılan kapakçıklar, lenfin geriye doğru akmasını engelleyerek, kalbe doğru ilerlemesine yardımcı olur.
6. Soluk alma sırasında göğüs bölgesindeki basıncın düşmesi.
7. Kalbin sağ kulakçığının gevşemesiyle oluşan emme kuvveti, lenf damarlarındaki sıvıların hareketini sağlar.
3. Lenf Düğümleri
• Lenf damarlarının birleştiği yerlerdeki, özel hücre kümeleridir.
• Lenfosit yapımının gerçekleştiği yerlerdir.
• Vücuda giren mikropların tutulur ve etkisiz hale getirilir.
• Etrafı bağ dokudan yapılmış bir kapsülle çevrilidir.
•Lenf düğümlerine birden çok damar girer ve bir damar çıkar. Lenf damar ları ince kollara ayrılarak lenf düğümlerinin içindeki kıvrımlı boşluklardan geçerken lenf sıvısı, süzülür, içindeki bakteriler lenfositler yok edilir. Lenfosit yönüyle zenginleşerek tek damarla akışına devam eder.
• Vücudun belirli yerlerinde yoğunlaşmışlardır. (Koltuk altı ve kasıklar gibi)
•Dalak ve bademcikler en büyük lenf düğümlerindendir.
• Vücut enfeksiyonlara karşı koyarken lenfosit sayısı artar ve lenf düğümleri şişer. Boyun, koltuk altı ve kasık bölgesindeki şişliklerin nedeni budur.
Lenf Dolaşımı
İnsanda lenf iki yolla kan dolaşımına verilir.
1.Yol:
Bacaklardan ve bağırsaklardan gelen lenf, peke sarnıcına taşınır.
Lenf, peke sarnıcından çıkar göğüs kanalına gelir.
Başın ve göğsün sol kısmı ile sol koldan toplanan lenf göğüs kanalına üst bölgesinden bağlanır.
Göğüs kanalı lenfi sol köprücük altı toplardamarına taşır. Böylece lenf, kan dolaşım sistemine geçmiş olur.
2.Yol:
Başın ve göğsün sağ kısmı ile sağ koldan toplanan lenf boyun bölgesindeki büyük lenf damarına taşınır.
Bu damar da lenfi sağ köprücük altı toplardamarına taşır.
Sağ ve sol köprücük altı toplardamarları üst ana toplardamara, bu damar da kalbin sağ kulakçığına bağlanır.

• Lenf damarlarının tıkanması gibi nedenlerle doku sıvısı miktarı normal değerinin üzerine çıkar. Bu durum ödem adı verilen şişmelere neden olur.
•Lenf damarlarının Filana bancrofti adlı parazitle tıkanması sonucunda fil hastalığı meydana gelir.
• Ödem oluşumuna neden olabilecek diğer bazı olaylar da şunlardır:
ü  Kılcal damarlarda kan basıncının aşırı artması
ü  Kan proteinlerinin azalması
ü  Kılcal damarların geçirgenliğinin artması
ü  Vücuda böbreklerin atamayacağı kadar fazla tuz alınması
ü  Kılcal kan damarlarında hidrostatik basıncın artması
Lenf Sisteminin Görevleri
1. Kandan kaybedilen sıvıyı, özellikle kan plazmasından doku sıvısına geçen proteinleri doku sıvısından alarak yeniden kan dolaşımına verir. Böylece vücut sıvılarının hacmini, ozmotik ve hidrostatik basıncını düzenler.
2. Sindirim sisteminde emilen yağ asitleri ve gliserolün kullanılmasıyla oluşan şilomikronları ile A, D, E ve K vitaminlerini kan dolaşımına taşır.
3. Akyuvar üreterek vücudun savunmasında (bağışıklık) görev alır.


KAN DOKU
Kanın Görevleri
Kanın görevlerini dört başlık altında toplayabiliriz:
1.Taşıma Görevi:
ü  Bağırsak ve karaciğerden aldığı organik besinleri hücrelere taşır.
ü  Bağırsaklarda emilen su ve mineralleri doku hücrelerine taşır.
ü  Akciğerlerden aldığı oksijeni hücrelere taşır.
ü  Metabolizma atıklarını böbrek, akciğer ve deri gibi boşaltım organ larına taşır, örneğin, karbondioksidi akciğere, üreyi böbreklere…
ü  Bazı metabolizma atıklarını zararsız hale getirileceği organlara taşır, örneğin amonyağı karaciğere taşır.
ü  Endokrin bezlerin salgılan olan hormonları hedef hücrelere taşır.
2.Düzenleme Görevi:
ü  Vücuttaki suyu, pH' ve sıcaklığı düzenleyerek homeostaziyi sağlar.
3.Savunma Görevi:
ü  Akyuvar ve antikorlar ile vücuda giren antijenleri etkisizleştirir.  
ü  Yaralanma durumunda pıhtılaşarak mikropların girmesini önler.
4. Koruma Görevi:
Yaralanma durumunda pıhtılaşarak kanamayı durdurur .
Kanın Yapısı
Kan hücreleri ve plazma denilen sıvı bir ara maddeden meydana gelir.


Kanın % 55’i plazmadan, % 45’i kan hücrelerinden oluşur.
Plazma
Kan dokunun ara maddesidir.
Kan plazmasının yapısında ,
• %90 kadarı su
• Plazma proteinleri:
ü  Plazma proteinleri karaciğer tarafından üretilen proteinlerdir.
ü  Albumin, globulin ve fibrinojen adı verilen plazma proteinleri kanın pH dengesinin sağlanmasında önemli rol oynar.
ü  Albumin  ve globülin sayesinde kanın ozmotik basıncı düzenlenir.
ü  Fibrinojen, kan damarları yaralandığında pıhtılaşmada görev alır.
ü  Bazı proteinler, suda çözünmeyen ancak kanda proteinlere bağlı olarak bulunabilen lipitlerin taşıyıcısıdır.
ü  İmmünoglobülinler (antikorlar), vücudu istila eden virüs ya da diğer yabancı maddelere karşı savaşır.
• İyonlar:
ü  Na, Cl, K, Ca, Mg, P,HCO3, Fe, Cu, İ gibi minerallerden oluşur.
ü  İyonların derişimi kanın ozmotik dengesinde rol oynar.
ü  Bazı iyonlar kan pH'sının düzenlenmesinde görev alır.
• Organik maddeler:
ü  Glikoz, yağ, amino asit, laktik asit, enzim, hormon, üre, ürik asit
• Çözünmüş gazlar:
ü  02, C02, N2 gibi gazlar bulunur.

Serum ve plazma arasındaki fark: Serumu kanı bekleterek elde etiğimiz için kan pıhtılaşır ve fibrinojen proteini fibrine dönüşür. Plazma elde ederken kanın pıhtılaşması önlendiği için fibrinojen proteini bulunur. Pıhtılaşma maddesi olan fibrinojeni uzaklaştırılmış kan plazmasına, serum denir.

Kan plazması ile  doku sıvısı arasındaki tek fark  plazmanın çok daha yüksek derişimde protein içermesidir.
Kan Hücreleri:
Alyuvarlar, akyuvarlar ve kan pulcukları olmak üzere üç çeşittir;
1) Alyuvarlar (Eritrositler):
• Sadece omurgalı hayvanların kanında bulunur.
• Kanda en fazla sayıda bulunan kan hücreleridir.
• İçlerindeki hemoglobin kana kırmızı renk verir.
• Hemoglobin, hem ve globin olmak üzere iki kısımdan meydana gelmiştir.
Hem demir atomu bulundurur ve oksijen demire zayıf bir bağla bağlanır. Her bir hemoglobin dört 02 bağlayabilir. Globin ise proteindir.
• Alyuvar embriyo döneminde (8. haftada başlar) karaciğer ve dalakta, 5. aydan sonra kırmızı kemik iliğinde üretilirler.
• Alyuvarlar olgun halde çekirdek ve organeller bulundurmaz (memeli dışındaki omurgalıların alyuvarları çekirdeklidir).
• Her alyuvar ATP ihtiyacını da anaerobik solunumla karşıladığı için 02 molekülünü hiçbir şekilde kullanıp azaltmaz.
• Çekirdeklerini kaybettiği için bölünemez ve kendini yenileyemez.
• Alyuvarlar kan dolaşımına girdikten sonra 120 gün yaşayabilir.
• Yaşlı alyuvarlar dalak, karaciğer ve lenf düğümlerinde yıkılır.
• Yıkım ile oluşan demir, dalak ve kırmızı kemik iliğinde depolanarak alyuvar yapımında kullanılır. Hem'in diğer kısmı ise biluribine çevrilerek karaciğere taşınır. Karaciğerden safra yolu ile bağırsağa gönderilir, dışkı ile atılır.
• Ortamda 02 azalırsa alyuvar yapımı hızlanır.
• Alyuvarlar aktif hareket edemez, taşınmaları kan dolaşımı ile sağlanır.
• Alyuvarların zarı üzerindeki özgün polisakkarit ve proteinler kan gruplarını ortaya çıkarır.
Yükseklere çıkıldıkça;
ü  Atmosfer basıncı azalır.
ü  Oksijen azalır.
ü  Kandaki karbondioksit artar.
ü  Kanın PH’ı düşer.
ü  Omurilik soğanının uyarımı artar.
ü  Dolaşım sistemi hızlanır.
ü  Nefes alış-verişi artar.
ü  Nefes alma derinliği azalırken, nefes alışveriş sıklığı artar.
ü  Kırmızı kemik iliği uyarılır.
ü  Alyuvar üretimi artar.
ü  Yaşlı alyuvarlar dalak ve karaciğerde parçalanır.
ü  Yaşlı alyuvarların parçalanması sonucu açığa çıkan demir tekrar alyuvar yapımında kullanılırken, hem grubunu oluşturan porfirin parçalanarak bilirubini oluşturur.
ü  Bilirubin safranın yapısına katılır. Globin adlı proteinde parçalanarak safra yapımında kullanılır.
2-Akyuvarlar (Lökositler)
• Vücudu mikroplara karşı korur. Bazıları fagositozla, bazıları antikor üreterek savunma yaparlar. Hasar görmüş hücreleri de yok eder.
• Hemoglobin bulundurmadıkları için renksizdir.
• Çekirdek ve organelleri vardır.
• Yalancı ayakları sayesinde aktif hareket ederek doku aralarına yayılabilir. Kılcal damarlardan geçebilirler.
• Enfeksiyon durumunda akyuvar sayısı geçici olarak artar. Böylece yabancı maddeler etkisiz hâle getirilir.
• Ömürleri genelde 4 saat ile 4 gün arasında değişir.
• Akyuvarlar, sitoplazmalarında granül adı verilen taneciklerin bulunup bulunmamasına göre granüllü ve granülsüz olmak üzere ikiye ayrılmıştır.

Granüllü Akyuvarlar
• Çekirdekleri boğumludur.
• Kırmızı kemik iliği tarafından üretilir.
• Nötrofil, eozinofil ve bazofil olmak üzere üç çeşittir.
Nötrofiller
ü  Akyuvarların yaklaşık % 60 - 70'ini oluşturur.
ü  Fagositoz yetenekleri fazla olan akyuvarlardır.
ü  Bakterileri ve ölü hücreleri fagositozla içlerine alarak parçalar.
ü  Ömürleri sadece birkaç gündür.
Eozinofiller
ü  Akyuvarların % 1,5 kadarını oluşturur.
ü  Temel görevleri, parazit enfeksiyonlarına karşı koymaktır.
ü  Alerjik hastalıklarda da etkilidir.
ü  Bu hücrelerin sınırlı fagositik etkinlikleri vardır.
Bazofiller
ü  Fagositoz yapmaz, histamin ve heparin salgılar.
ü  Histamin damar geçirgenliğinin artırır , heparin damar içindeki kanın pıhtılaşmasını önler.
Granülsüz akyuvarlar
• Sitoplazmaları homojendir ve taneciklere rastlanmaz.
• Çekirdekleri büyük ve yuvarlaktır.
• Kemik iliğinde üretildikten sonra dalak, lenf düğümleri, bademcik ve timus gibi lenfatik organlarda aktif hale gelirler.
• Monosit ve lenfosit olmak üzere iki çeşidi bulunur.
 Monositler:
ü  Akyuvarların en büyükleridir.
ü  Fagositoz yetenekleri çok gelişmiştir.
ü  Bakterileri ve ölü hücreleri fagositozla içlerine alarak parçalar.
ü  Monositler, kanda bir süre dolaştıktan sonra doku aralarına geçer en büyük fagositik hücreler olan makrofajlara dönüşür.
Lenfositler:
ü  Sinir doku dışında bütün dokularda bulunurlar.
ü  Bağışıklığın sağlanmasında rol alırlar.
ü  Sitoplazmaları azdır, büyük çekirdeklidir.
ü  Fagositoz yetenekleri yoktur.
ü  T ve B lenfositleri şeklinde ikiye ayrılırlar. T lenfositleri antijene doğrudan saldırarak vücudu korurken, B lenfositleri salgıladıkları antikorlarla bakteri ve virüsleri hücreye girmeden öldürürler.
3-Kan Pulcukları (Trombositler)
• Trombositler, yuvarlak veya oval şekilli, renksiz hücrelerdir.
• Kırmızı kemik iliğindeki büyük hücrelerden koparak oluşur.
• Memelilerin trombositleri çekirdeksiz, diğerleri çekirdeklidir.
• Ömürleri yaklaşık 7-10 gündür. Ömrünü tamamlayanlar karaciğer ve dalakta parçalanır.
• Trombositler özel bir protein sentezleyip salgılayarak kanın pıhtılaşmasında görev alır. Böylece kan kaybını önlemiş olur.

Alyuvarlar yapısında Fe bulunan hemoglobin taşıdığından en ağır kan hücreleridir. Bu yüzden tüpün tabanına çöker.Kan pulcukları ise çekirdek içermeyen hücre parçaları olduğundan en hafif kan hücreleridir. Bu yüzden en üstte toplanır.
KANIN PIHTILAŞMASI
• Kanın katılaşarak akamaz hâle gelmesine kanın pıhtılaşması denir.
Hasar küçük ise,
ü  Damar büzülür.
ü  Trombositler, hasar gören damar duvarındaki bağ doku liflerine yapışarak trombosit tıkacı oluşturur. Damardaki hasar küçükse sadece trombosit tıkacı, kanamayı tamamen durdurur.
Hasar büyük ise, ek olarak fibrin iplikçiklerinin oluşması da gerekir.
ü  Hasar gören damar çeperinden ve trombositlerden tromboplastin enzimi salgılanır.
ü  Tromboplastin, Ca++ iyonu, K vitamini ve çeşitli enzimlerden oluşan pıhtılaşma faktörleri protrombini trombine dönüştürür.
ü  Trombin, enzim görevi yaparak kan plazmasında çözünmüş halde bulunan fibrinojeni, fibrin adı verilen ve suda çözünmeyen ipliksi bir proteine çevirir.
ü  Fibrin iplikçiklerinin oluşturduğu ağ, trombosit tıkacı üzerine yapı şıp kan hücrelerini ve plazmayı da içine alarak pıhtıyı oluşturur.
ü  Protrombin ve fibrinojen karaciğerde üretilerek kana salgılanan proteinlerdir.

•Pıhtılaşma faktörleri ilgili genlerin bozuk olması en küçük yaralanmalarda bile aşırı kanamaya neden olan hemofili hastalığına yol açmaktadır.
• Bazofiller ve mast hücrelerinden salgılanan heparin, protrombinin trombine dönüşmesini önleyerek damar içindeki kanın pıhtılaşmasını engeller.
KAN GRUPLARI
Alyuvarın zar yapısındaki antijen (aglütinojen) çeşitliliği farklı kan gruplarının ortaya çıkmasını sağlar.
Antijenler, sindirim yolundan başka bir yolla, deri ya da damar yoluyla vücuda girdiğinde kendisine karşı antikor salgılanabilen moleküllerdir.
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ
• Vücudun, sağlığa zararlı canlılara (mikroplara) ve yabancı kimyasal maddelere (antijen) karşı kendini savunmasına bağışıklık, bağışıklığın oluşmasında etkili olan sisteme ise bağışıklık sistemi (immun sistem) denir.
• Hastalık etkenlerinin (bakteri, virüs, mantar, parazitler gibi ) insan vücuduna girerek çoğalmalarına enfeksiyon denir.
• Hastalık etkenlerine karşı koymak amacıyla üç savunma hattına bulunur.
1-Savunmanın ilk hattı dışta olup, vücudu kaplar.
2-Savunmanın ikinci hattı ise içte olup, dıştaki savunmayı geçebilmiş hastalık etkenlerine saldırır.
3-Savunmanın üçüncü hattı ise özgül bağışıklık sistemidir.

Savunmanın ilk iki hattı özgül değildir yani hastalık etkeni ayırt edilmeksizin hepsine aynı savunma yapılır. Buna genel savunma ya da doğal bağışıklık denir. Savunmanın üçüncü hattında her etkene özel savunma yapılır , buna spesifik bağışıklık (özgül)  denir.
Genel Savunma (Doğal bağışıklık)
• Herhangi bir yabancı etkenle karşılaşmadan sahip olunan bağışıktır.
• Vücut kendini, yabancı etkenlere karşı antijen seçimi yapmadan savunur.
• Doğal bağışıklık kalıtsaldır, türe hatta ırka özgüdür.
ü  Hayvanlarda hastalığa neden olan bazı etkenler insanda hastalığa yol açmaz. Örneğin sığır vebası, şap hastalığı, tavuk kolerası gibi.
ü  İnsanlar için öldürücü ya da ağır seyreden çocuk felci, kabakulak, kızamık ve frengi gibi hastalıklar da hayvanlarda görülmez.
ü  Zenciler sarıhumma hastalığına karşı doğal bağışıktır.
• Doğal bağışıklık savunmanın birinci ve ikinci hattı tarafından sağlanır.
Savunmanın Birinci Hattı
• Genel savunmanın birinci hattı vücut dışında yer alır.
• Deri, solunum ve sindirim sistemlerinin iç yüzeylerini örten epitel (mukoza), göz ve bunların salgılarından oluşur.
• Mikropların vücuda girmelerini hem mekanik olarak engeller hem de salgıladığı maddeler (ter, HCI vb.) ile mikropları vücuda girmeden öldürür.
• Mikrop hastalık oluşturabilmek için vücut yüzeyindeki  engelleri aşmalıdır.
ü  Deri üzerinde bulunan keratin tabakasıyla mikropların girişini, salgıladığı ter ve yağ ile pH'yi düşürerek yerleşmesini önler.
ü  Ağız yoluyla alınan mikroplar midedeki asit (HCI) salgısı ve enzimlerle (pepsin) yok edilir.
ü  Solunum yoluyla alınan mikroorganizmalar burun içi kıllarına veya solunum yollarındaki mukusa yapışarak dışarı atılır.
ü  Gözyaşında, solunum kanalında ve sindirim kanalında bulunan lizozim salgısı bakterileri parçalar.
ü  Solunum ve sindirim mukozasında bulunan makrofajların fagositoz yapmasıyla yok edilirler.
Savunmanın İkinci Hattı
• Birinci hattını geçebilen mikroplar savunmanın ikinci hattı ile karşılaşır.
• Bu hat içte olup yabancı etkenlere ayrım gözetmeksizin saldırı oluşturur.
• Burada fagositoz, doğal katil hücreler, iltihaplanma (yangısal tepki), antimikrobiyal proteinler(interferon) ve yüksek ateş etkilidir.
1-Fagositoz yapan akyuvarlar
•Nötrofiller, monositler, eozinofiller ve monositlerden oluşan makrofajlar.
Makrofajlar
ü  Büyük ve uzun ömürlü hücrelerdir.
ü  Ortalama ömürleri 100 gündür, sürekli fagositoz yaparlar.
ü  Bazı makrofajlar vücutta dolaşır. Bazıları ise akciğer, karaciğer, böbrekler ve beyin gibi organlarda sürekli kalır. Örneğin karaciğerdeki Kupffer hücreleri fagosite yapan makrofajlardır.
2-Doğal Katil Hücreler
• Bu hücreler mikroorganizmalara doğrudan saldırmaz ve fagositoz yapmaz.
• Zarına yapıştıkları virüs bulaşmış ya da kanserleşmiş hücreleri salgıladıkları lizozim enzimleri ile parçalayarak yok eder.
• Doku ve organ nakillerinde organların kabul edilmemesine neden olur.
3-İltihaplanma (Yangısal Tepki)
• Fiziksel zarara uğramış ya da mikroplarla enfekte olmuş dokularda;
ü  Bazofiller ve mast hücreleri tarafından histamin salgılanır.
ü  Histamin, damar geçirgenliğini arttırır.
ü  Zarar görmüş dokuya kan akışı hızlanır ve kılcallardan doku sıvısına madde geçişi artar.
ü  Kızartı ve ödem oluşur.
ü  Ortamda bulunan bakteriler ve hasarlı dokudan salınan çeşitli maddeler, nötrofil, makrofaj gibi fagositoz yapan akyuvar hücrelerini hasarlı dokuya geçmeleri için uyarır.
ü  Akyuvarlar, burada bulunan bakterileri yok eder.
ü  Pıhtılaşmada rol oynayan proteinler de pıhtı oluşturarak mikropların sağlıklı dokuya yayılmasını önler.
ü  Oluşturulan iltihap ile mikroorganizmaların yayılması önlenir. Ölü dokular ile canlı doku hattı birbirinden ayrılır.

4- Antimikrobiyal Proteinler (interferon)
• Virüsle enfekte olmuş hücreler interferon adı verilen antimikrobiyal proteinler salgılar.
• Interferon, enfekte olmamış komşu hücrelerde virüs çoğalmasını engelleyen bazı kimyasal maddeler üretilmesini sağlar.
•Ayrıca interferonlar mikropları fagosite eden hücreleri uyarır.
5- Ateşin Yükselmesi
• Hastalık etkeni mikroorganizmalar tarafından üretilen bazı toksinler ve bazı akyuvarların salgıları ateşin yükselmesine neden olur.
• Ateş kalp atışını hızlandırdığından bağışıklık etkenlerinin vücuttaki dolaşımı hızlanır.
• Orta derecedeki ateş (38,5-39 °C) ise mikroorganizmaların üremelerini durdurarak, fagositozu kolaylaştırır ve doku tamirini hızlandırır.
• Çok yüksek ateş (40-43 °C) enzimlerin yapısını bozduğu için tehlikelidir.
Savunmanın Üçüncü Hattı (Özgül Bağışıklık)
• Savunmanın ilk hattını aşan yabancı etkenler, ikinci savunma hattı ile aynı zamanda savunmanın üçüncü hattını oluşturan lenfositlerle de karşılaşır.
• Mikroorganizmaların yapısına ve türüne göre özel olarak oluşturulan savunma mekanizmasına spesifik bağışıklık denir.
Lenfositler,
ü  yabancı olarak gördükleri mikroorganizmaları,
ü  değişime uğramış vücut hücrelerini,
ü  kanser hücrelerini,
ü  toksinleri,
ü  nakledilmiş dokuları yok etmeye çalışır.
• Olgunlaştıkları yere göre adlandırılan B lenfositleri ve T lenfositleri olmak üzere iki çeşit lenfosit bulunur.
• İki şekilde özgül savunma yapılır. Bunlar B lenfositleri tarafından yapılan humoral bağışıklık ve T lenfositleri tarafından yapılan hücresel bağışıklıktır.
Antijen
ü  İnsan veya hayvan vücuduna girdiğinde, kendisine karşı antikor oluşumuna sebep olan yabancı maddelere antijen denir.
ü  Virüsler, bakteriler, mantarlar, parazit solucanlar vb.
ü  Antikor oluşturulmayan maddeler antijen değildir.
ü  Bir maddenin antijen olabilmesi için oldukça büyük bir molekül ağırlığına sahip olması, verildiği organizma için yabancı olması ve organizmadan çabuk atılmaması gerekir.
B ve T lenfositleri genetik olarak antijenleri tanıma özelliğine sahiptir.

1. Humoral (sıvısal) Bağışıklık:
• B lenfositleri  doğrudan antijenler tarafından uyarılıp sayıları çoğalır. Çoğalan hücrelerin bir kısmı uzun ömürlü hafıza hücrelerine bir kısmı ise kısa ömürlü plazma hücrelerine dönüşür.
• Plazma hücreleri  antijene özgü antikor salgılar. Hafıza hücreleri antijenle ilgili bilgileri hafızada tutar, tekrar edecek enfeksiyonlarda çoğalarak aynı çeşit antijene antikor üreten plazma hücrelerine dönüşebilir.
• Antikorlar vücut sıvıları yoluyla (kan ve lenf) yara ve enfeksiyon bölgesine giderek antijenleri etkisiz hale getirir.
• Antikorlar kan ve lenf sıvında bulunduğundan humoral bağışıklık denir.
• Antikor, antijenle tepkimeye girer antijen-antikor kompleksini oluşturur.
• Antikor antijenin fagositoz yapan hücre tarafından sindirilmesini kolay laştırırken bir taraftan da antijenlere bağlanarak onları etkisiz hale getirir.
• Kompleks durumundaki antijen, serbest antijene göre fagositoz yapan hücreler tarafından daha kolay parçalanır.
• Tifo, difteri gibi bakteri hastalıklarında humoral bağışıklık etkilidir.
Antikor
ü  Yapısal olarak globular protein şeklindedir.( İmmunoglobulin)
ü  Sabit kısım ve değişken kısım adı verilen iki bölgesi bulunur.
ü  Sabit kısım hücreye tutunmak, kimyasal maddelere bağlanmak gibi görevleri üstlenmiştir.
ü  Değişken kısım ise belirli bir antijen çeşidine bağlanabilen ve antijenin türüne göre özellik gösteren bölgedir.

 Antijen - Antikor Reaksiyonları
• Her antikor;  antijene özel bir yapıda sentezlenir , antijen - antikor kompleksi oluşur ve antijen etkisiz hale getirilir.
• Her canlıda antijen - antikor ilişkisi özgüldür (anahtar - kilit modeli).
• Antijen - antikor tepkimelerinin özgüllüğü, türler arasındaki benzerliklerin ortaya çıkmasında da kullanılır.
• Hayvanlar arasında akrabalık derecesine göre çökelme oranı ortaya çıkar. Yakın akrabalarda çökelme oranı az, uzak akrabalarda yüksektir.

 Birincil ve İkincil Bağışıklık
Birincil Bağışıklık:
Antijenin vücuda girişinden kanda antikorun görülmesine kadar yaklaşık bir haftalık durgun bir evre geçer. Sonra plazma hücreleri antikor oluşturur. Antikor seviyesi bir miktar artar daha sonra düşer, hastalık belirtileri azalarak kaybolur buna birincil tepki (cevap) denir.
İkincil Bağışıklık:
Aynı antijen bir süre sonra tekrar vücuda girdiğinde bellek (hafıza) hücreleri daha kısa zamanda, daha çok ve daha uzun süreli antikor üretir. Buna da ikincil tepki (cevap) denir. İkincil cevapta oluşan antikorların birinciden daha fazla olması yanında antijene karşı ilgileri de daha yüksektir. Kişi mikro bu ilk aldığında hastalanmış olabilir fakat ikinci kez aldığında hastalanmaz.

2-Hücresel bağışıklık,
• T lenfositleri tarafından doğrudan antijenle temas sonucu oluşturulur.
•T lenfositler antikor salgılamaz, antijene doğrudan temas ederek yok eder.
• B lenfositleri antijeni olduğu gibi tanıyabilirken T lenfositleri ancak makrofaj gibi bazı hücrelerin yardımıyla tanıyabilir.
• Vücut hücresi içine girmiş virüslere, bakterilere, mantarlara, parazit  solucanlara , kanserli hücrelere, doku nakliyle alınmış hücrelerin yüzeyinde bulunan antijenlere karşı savunma yapılır.

Bağışıklık Çeşitleri
İnsanda hastalıklara karşı bazen doğuştan gelen  doğal bağışıklık bazen  de sonradan kazanılan bağışıklık görev yapar.
Doğal Bağışıklık
• Canlının genetik olarak doğuştan sahip olduğu bağışıklıktır.
• Savunmanın birinci ve ikinci adımlarını kapsar.
Sonradan kazanılmış bağışıklık
• Organizmanın antijenle karşılaştıktan sonra edindiği bağışıklığa denir.
• Aktif ve pasif olarak iki şekilde ortaya çıkar:

1-Aktif Bağışıklık
Aktif bağışıklık, organizmanın hastalık etkenlerine karşı kendine ait B ve T lenfositleri ile savunma yapmasıdır.
Aktif bağışıklık iki şekilde kazanılır: Hastalığın geçirilmesi ve aşı yapılması.
Hastalığın geçirilmesi: Hastalık sırasında vücutta oluşan antikorlar sayesinde sonradan aktif bağışıklık kazanılır ve kişi artık bu hastalığa yakalanmaz.
Aşı yapılması:
     ®          Etkisizleştirilmiş bakteri toksinleri, öldürülmüş mikroplar veya canlı fakat zayıflatılmış mikrop kullanılarak hazırlanır.
     ®          Aşı, hastalık yapma özelliği yitirilmiş antijenleri içerir.
     ®          Aşı yapılacak kişinin sağlıklı olması gerekir.
     ®          Aşı yapılan kişinin vücuduna antijen verildiği için bu antijenlere karşı antikor oluşur.
·        Bazı aşıların bağışıklığı bir yıl (tifo), bazılarının üç yıl (çiçek hastalığı), bazılarının ise beş-yedi yıl (difteri, tetanoz) sürer.
·        Suçiçeği, çocuk felci, kuduz, kızamık, kabakulak ve hepatit-B gibi hastalıklara karşı aşılar geliştirilmiştir.
·        Gerek hastalığın geçirilmesi gerekse aşı yapılması savunmanın üçüncü hattı olan özgül bağışıklık sistemini harekete geçirir. Belirli bir hastalık etkenine karşı T ve B lenfositleri çoğalıp farklılaşarak savaşan hücreleri ve hafıza hücrelerini meydana getirir. Kişi aynı hastalık etkeni ile tekrar karşılaştığında, hafıza hücrelerinin de yer aldığı ikincil bağışık cevap verir. Bu cevap daha hızlı ve daha koruyucudur. Böylece hastalık etkeni, hastalık oluşturmadan ya da hastalık ilerlemeden yok edilir.
2-Pasif Bağışıklık
              Başka bir canlıda üretilmiş antikorların insana aktarılması ile bağışıklık kazanılmasıdır.
              Pasif bağışıklık iki şekilde kazanılabilir;
Doğal yolla; hamilelik sırasında annedeki bazı antikorlar fetüse, doğumdan sonra da emzirme ile bebeğe geçer ve bebek doğal yolla pasif bağışıklık kazanır. Antikorlar bebekte kaldığı sürece (bir kaç hafta ile bir kaç ay arası) bağışıklık devam eder.
Yapay yola; serumla kazanılabilir.

Serum:
ü  Başka bir canlı tarafından belli bir antijen için üretilmiş antikor içerir.
ü  Bu antijen tarafından hastalanmış insana serum verilirse, serumdaki antikorlar etkisini gösterir ve tedavi sağlanır.
ü  Serum elde etmek için hastalık etkeni (antijen) hayvana (at, eşek…) verilir, hayvanın oluşturduğu antikorlu kan alınarak serum elde edilir.
ü  Serum, koruyucu değildir, tedavi eder.
ü  Kısa süreli bağışıklık sağlar.





Bu blogdaki popüler yayınlar

Hücre Döngüsü (İnterfaz Evresi) - Biyoloji 10. Sınıf

Hücre Bölünmesi (Hücre bölünmesinin sebepleri) - 10. Sınıf Biyoloji